Her beyaz yakalı ve profesyonel çalışan, okuduğu üniversitenin, o üniversitedeki sosyal, kültürel ve bilimsel/üretimsel hayatının sadece kendi geleceğini değil toplumun geleceğini de nasıl belirlediğini bilir. Boğaziçi Üniversitesi’nin ülke gündemine oturan savunması bizler için de üzüntünün yerini umuda bırakmasının başlangıcıdır. Üniversiteyi savunmakla toplumun bekasını ve gelişmesini güvence altına alan tüm kurumları da savunan, bu kurumların toplumsal anlamını ve maruz kaldıkları çürümenin yaratacağı yıkımı ortaya koyan bu direnişi içtenlikle selamlıyoruz.
Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum niteliğinde ikinci bir atama yapması, ardından tepkilere bir gecede iki büyük fakülte kurarak cevap vermesi, kurumsal özerkliğe son bir darbe vurmak ve kurumu çürümeye terk etmek niyetini taşıyor. Bu darbenin hedefine ulaşması, kurumun Erdoğan yönetiminin bir reklâm aracına indirgenmesi ve kendinden beklenen bilim üretimi faaliyetinin ikincil duruma düşerek niteliksizleşmesi anlamına gelecek.
Kızılay, Hıfzıssıhha, Tübitak gibi Boğaziçi ve diğer üniversiteler toplumsal rollerini yerine getirmek için özerk olmak zorundadır. Özerklik yıllara dayanan bir kurumsal tecrübeyle mümkün olur. Bu tecrübe her toplum için o toplumdaki herhangi bir politik iradenin iktidar koltuğunu ve imkânlarını elinde tutması beklenen süreden kat kat uzundur. Bugün çürümeye ve köksüzleşmeye zorlanan kurumların tarihi Cumhuriyetten daha eskidir. Bu hakikat dünden bugüne toplumsal işlevlerini açıkça ortaya koyuyor. Özerkliğin anlamı yıllar içinde kurumun topluma vaat ettikleriyle toplumdan aldıklarını dengeleme yeteneği kazanmasıdır. Bu dengenin bir süre için iradeyi elinde tutacak bir politik öznenin yönlendirmelerine terk edilmesi kabul edilemez. Boğaziçi Üniversitesi’nin devam eden direnişi bu uzun soluklu tecrübenin kendini ve toplumu savunmasıdır.
Bu kuruma yapılan saldırıya yakından baktığımızda toplumun bekası ve gelişimi yolundaki rotanın ne yöne saptırıldığını görebiliriz. Erdoğan Boğaziçi Üniversitesi’ni kendisinin patronu olacağı bir şirkete çevirmek, eğitime erişim fırsatlarına ve bilimsel üretimin ürünlerine belli bir çevre haricinde toplumun eşit erişimini kısıtlamak istiyor.
Fâş olan liyakatsizliğine rağmen Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması AKP iktidarı boyunca devam eden piyasacı yaklaşımın üniversiteleri şekillendirme çabasının bir ürünüdür. Bu zihniyet bilimi araçsallaştırmakta, üniversiteleri yalnızca şirketlere hizmet eden kurumlar haline getirmekte, atanan rektörün ifadesiyle her öğrencinin hatta her hocanın kendi şirketini kurmasını önermektedir! Bilimsel faaliyete ise ancak üniversite sıralamalarında yukarıda yer alabilmek adına biçimsel bir değer vermektedir. Üniversitelerin toplumsal görev ve sorumlulukları bu zihniyetin ufkunda hiç yer almamaktadır.
Türkiye’nin en iyi üniversitesinin başına yapılan atama demokratik yollarla yapılmamıştır. Peki liyakat gözetilerek mi yapılmıştır? Üniversitelerin her seviyesindeki mezunlar için iş bulabilmek için siyasi yakınlık birincil öneme gelmiştir. Çok muhtemeldir ki hangi talebe ihtiyaç olarak açıldığı bilinmeyen iki yeni fakülte başta olmak üzere Boğaziçi’nin bütün kadroları bu uygulamalara maruz kalacaktır.
Özerk bir kurumun varlığını yıllarca sürdürmesinin şartlarından biri her türlü toplumsal karşılaşmaya açık ve müsamahalı olmasıdır. Erdoğan’ın muhafazakar tektipleştirme niyetindeki saldırısı esasen bir erkek ittifakı olarak kamplaşmayı kurum içine taşımayı amaçlıyor. Boğaziçi Üniversitesi, farklı cinsiyetlerden, farklı ekonomik ve siyasal arkaplana sahip ailelerden, farklı coğrafyalardan, farklı kültürlerden, farklı etnisitelerden ve farklı inançlardan insanların birlikte yaşamasını, birlikte üretmesini, birbirleriyle temas etmesini sağlar. Boğaziçi Üniversitesi varlığını ve geleceğini bu temas imkânına borçludur. Bu temas imkânı da varlığını özerkliğe borçludur. Bu temas ve hoşgörü sağlayan ortam, çatışmalı varlığıyla bile toplumsal gelişmenin güvencesidir, çünkü cinsiyete dayalı, sınıfa dayalı, etnisiteye dayalı ayrımcılık ve eşitsizlikler böyle ortamlarda daha fazla ifade şansı bulur. Bu anlamda kurumun özerkliği örneğin muhafazakâr düşüncenin de varlığının ve hayata temasının garantisidir. Özerkliğe yönelen tektipleştirici saldırı bu temasın ortadan kaldırılmasını amaçlıyor. Öğrencilerin refleksif öngörüsünün direnişin ilk gününden itibaren işaret ettiği gibi Melih Bulu’nun ilk resmi faaliyetinin LGBTİ+ kulübünü kapatmak olması rastlantı değildir. Şimdi LGBTİ+ öğrencilerle müslüman öğrencilerin el ele üniversitelerini savunmaları karşısında hiç kimse şaşkınlık duymamalıdır. Onların bugün birleşen elleri yegâne gelecek umudumuzdur.
Geleceğimiz, hiç başarı şansı olmayan, dar bir teknikçi gelişme ve tektipçi mekanik bir toplum anlayışına mahkum değildir. Özgür düşüncenin olmadığı, liyakatın önemsenmediği, bilimsel bilginin sektörde ne kadar maddi kazanç sağladığıyla ölçüldüğü bir kurum evrensel ölçütlerde üniversite olamaz. Bu tür bir yapı ne öğrencilere ne akademisyenlere ne de topluma fayda sunabilir. Yapılan atama üniversitelerin özerkliğini bu yapıyı yerleştirmek adına göz ardı etmektedir. Köklü bir kurum olarak Boğaziçi, bu olguların karşısında köklü bir direniş ortaya koyuyor.
Erdoğan bu köklü savunmaya çaresizce zor kullanarak cevap veriyor. Kendi parti kadrolarını siyaset yerine karşı propaganda yapmaya seferber ediyor, siyaseti ise polise ve kontrolü altına aldığı taraflı yargıya devrediyor. Demokratik haklarını kullandıkları için maruz bırakıldıkları uygulamalar yüzünden öğrenciler en değerli zamanlarını en temel insani değerleri ve haklarını savunmakla geçiriyor. Farklılıklara, toplantı ve gösteri hakkından ifade özgürlüğüne en temel anayasal hakların bile kullanılmasına tahammül gösterilmeyen bir siyasal ortamda Boğaziçili öğrenciler üniversitelerine sahip çıkmaya çalışıyor. Bu şartlar altında daha da değerli olan onların mücadelesi bütün emekçileri ilgilendiriyor. Plaza Eylem Platformu, Boğaziçi savunmasını doğal ittifakı ve yoldaşı olarak selamlıyor.
Üniversitelerin beyaz yakalı emekçileri ve geleceğin beyaz yakalı Boğaziçi öğrencileri ile biz beyaz yakalılar, el eleyiz. Üniversitelerde ticarileşmeye ve tektipleşmeye izin vermeyeceğiz, kurumlarımızı savunacağız, toplumun bekasını ve gelişmesini savunacağız, birbirimizin elini hiç bırakmayacağız, aşağı bakmayacağız, memleketimizin üzüntüsüne birlikte son vereceğiz.