Dinlenmek de direnişe dahil

Tatiller bitti mi? Haydi şimdi "pazartesi sendromunun" farklı türlerini deneyelim!
pazartesi

Aktivistlerin aşağıda Janey Stephenson tarafından tarif edilen sorunları, bizim de ilgi alanımıza giriyor. Mesaiden arta kalan zamanda toplantılara katılmak, yapılmasını çok gerekli bulduğumuz şeylere vakit ayırmak, bir yandan da memleketin acılı dertleriyle uğraşmak zor. “Ara” verenlerin “geri dönmesi” de zorlaşıyor. Ama kendimizi, daha da önemlisi birbirimizi tutmamız gerekiyor. Kolektif kurumlarımızın bireysel duygularımızı ve zorluklarımızı tanımasını ve buna göre yeniden düzenlenmelerini talep etmeliyiz. 

Tatiller bitti mi? Haydi şimdi “pazartesi sendromunun” farklı türlerini deneyelim!

Muhalifler/aktivistler geleceğe gözünü dikmiş görmek istediğimiz dünya için aceleci. Ancak kapitalizmin bitmek bilmeyen verimlilik tuzağı nedeniyle tükenmişlik kuyusuna düşmüş durumdalar.

Aktivistliğimiz çoğunlukla anti-kapitalist olarak nitelenebilir ama henüz post-kapitalist değiliz. Kapitalizmin ötesinde bir dünya inşa etmeye çalıştığımız halde onun tuzaklarına düşmeye devam ediyoruz.

Sürekli verimli olma gerekliliği de bu tuzaklardan biri.

Aktivistler istemeden de olsa kapitalizmin “başarı” tanımlarını toplumsal hareketlere de naklediyor. Hedefler ve büyüme düsturu varken ya kazanırız, ya kaybederiz; arası yok. Kapitalizmde büyüyüp gelişmiyorsan başarısızsındır. Bu politik mücadeleler için de geçerlidir. Umduğumuz ilerlemeyi bulamadığımızda boşluğa konuşuyor hissine kapılıyoruz.

Hedefimiz büyük zira büyük olmak zorunda. Yapacak çok şey var. İnsanların kayıtsızlığına müdahale etmek gerek. Kimimiz hayatımız pahasına mücadele ediyoruz; öyle ki ancak değişim olursa güvenle hayata devam edebiliriz. Şiddetle karşılaştığımızda direniş zorunlu olur . Bu yüzden kendimizi her şeyi düzeltebileceğimize ikna ederiz. Pek inanmadan da olsa güçlü olduğumuzu söyleriz kendimize. Her şey bize karşıyken mücadele etmekten başka çaremiz yoktur.

Nihayetinde de devam ederiz. Uzun süre istikrar gösteririz. Aktivizmin hafta sonu yoktur; sınırı da yoktur. Kendimizi mücadelelerimize adarız. Dinlenmemiz gereken günlerde protestolara, dayanışma günlerine katılırız. Akşamları gitmemiz gereken toplantılar vardır. Haksızlıklar beklemez; hayatımızı haksızlıkla mücadeleye adamalıyızdır. Tüm gücümüzü, ücretsiz emeğimizi bu yola harcarız da yine de arzu ettiğimiz sonuçları elde edemeyiz. Tüm bu olanlar bizi gönülsüz koyar; geleceğe endişe ile bakar hale geliriz.

Ne kadar birbirimize “kendine dikkat et” desek de bunu nadiren uygulayabiliyoruz. Daha fazla ara vermemiz gerektiğinin farkındayız fakat bunu hep bir sonraki doğrudan eylem, protesto ya da toplantının sonrasına erteliyoruz. Önce adım adım, sonra aniden böyle devam edemeyeceğimizi fark ediyoruz. Hem zihnen, hem fiziken duruyoruz.

Direniş uzmanlık alanımız. Direnmeye o kadar alışığız ki bedenimiz ve zihnimizden gelen uyarılara da direniyoruz. Sağlığımızı yitirirken yola devam edemeyeceğimizi er ya da geç öğrenmemiz gerekiyor. Ne kadar çaresiz olsak, mücadelemiz ne kadar aciliyet gerektirse veya önemli olsa da kendimizi zorlayamayız. Mücadele hayatınız pahasına da olsa, bir noktada kendinizi daha fazla zorlayamazsınız.

İlerleme ve hızın, yapılacaklar listelerinin bitmediği, büyüme fetişinin hakim olduğu ve her şeyin aciliyet arz ettiği kapitalizmde hep “daha iyi” olmaya çalışmak mantıklı ve makul gelebilir. Bazen yapmamız gereken şey zaten buymuş gibi geliyor zira aksi takdirde yenilmiş hissediyoruz. Öte yandan bu durum acımızı yatıştırmak yerine daha da derinleştirip nasırlaştırıyor.

Tükendiğimizde ilk tepkimiz kaçıp uzaklaşmak, her şeyi geride bırakmak olabilir. Zira tepki ve mücadelelere dalmakta hata ettiğimizi biliriz. Böylesi bir durumda çoğu kez ciddi bir ara vermek gerekir. Peki “geri döndüğümüzde” bizi destekleyecek mekanizmalarımız var mı? İş gördüğümüz yapıları değiştirmedikçe, dirilmiş ve yenilmez hissedene kadar kendi “kapalı” tuşumuza basma hatasına düşeriz. Geri döndüğümüzde de kendimizi aynı tuzağın içinde buluruz.

Öte yandan güçlü veya güçsüz hissetmenin ötesinde bir seçenek de var; o da tutunmaktır. Mücadele edilecek çok şey varmış gibi geldiğinde, mücadele edecek enerjin kalmadığında veya kendini tükenmiş, hasta ve yataktan çıkamayacak halde bulduğunda, tutunman gerekir. Fiziksel olarak değil, psikolojik olarak.

18268458_1287305434713305_2973291226187244907_n

Tutmak en temel teskin etme yöntemidir; bebekler bize tutunduklarında sakinleşir. Fiziksel anlamda tutunmak, birinin varlığının kabulü, kıymetinin bilinmesi ve onaylanmasını içerir. Psikolojik olarak da aynı anlamı içerir. Bu duyguyu kendimize de yaşatabiliriz.

Yorgun argınken kendimizi güçlü-güçsüz ikiliğinden çıkarıp bağışlamamız ve kendimize tutunmamız mühimdir. Mücadele edecek onca şey varken yüreğimiz aynı anda pek çok yere çekilir. Kendimize tutunarak yüreğimize sahip çıkar, çıktılardan ibaret olmadığımızı, insan olduğumuzu hatırlarız.

Daha genelde aktivizm içinde bunu hatırlamalıyız, ve kapitalizmin tuzaklarından kurtulmak için örgütlenmemizi yeniden yapılandırmalıyız: Çıktı değiliz, ve bir bireyin harekete olan katkısı ne kadar ürettiğine bağlı değildir. İronik şekilde daha iyi ve eşit bir dünya için çabalayan hareketlerde, bu sadece kendi içinde kapitalist değerleri sürekli kılmaz, tamlık ayrımcılığını (ableizm) destekler.

Kontrol edemediğimiz dış durumların yaralı ve sancılı kalplerimizle derinden ilişkili olması canımızı yakar. Hükümetimiz Suriye’de savaşa giriştiğinde ve aile içi şiddete karşı destek hizmetleri kesildiğinde, biliyoruz ki savaşmak zorundayız. Ve savaşacağız. Ve savaşmalıyız.

Öte yandan kendimizi tuttuğumuzda, hayata anlam katmak için her şeye dahil olmak zorunda olmadığımızı net bir biçimde fark ederiz. Haksızlıkların varlığını kabullenmenin verdiği gücü gözden kaçırmak çok mümkündür. Oysaki kabulleniş direnişin temelidir. Boğuluyor gibi hissettiğimizde bazen tek yapabileceğimiz şey etrafımızdaki yıkımın ayırdına varıp ona tanıklık etmektir. Anlamlandırmak ve hakikat kurmak toplumsal adaletin temelidir. Aksi halde mücadelelerimiz zeminsiz kalır.

Her şeyle savaşamayız, ve savaşabildiğimizde her zaman kazanamayız. Bazı şeyler bizden daha büyük. Bu bizim suçumuz değil. Kapitalist mantığın tersine, bu bizi kusurlu veya üretken olmayan yapmaz. Bu bizi hareketlerimizde tembel, zayıf veya başarısız yapmaz. İnsan yapar.

Aktivistler geleceğe gözünü dikmiş, görmek istediğimiz dünya için aceleci. Zamanın sınırlılığı olan bir meta olduğunu biliriz. Bu yüzden yapabildiğimizin en fazlasını çıkarmak için kendimize baskı yaparız. Ama bu süreç içinde kendimizi de metalaştırırız.

Bu bağlamda tükenmişlik konusunda en kötüsü ne zaman biteceğini bilmemenizdir. Bir kere tükenmişliğe yakalanırsanız ne zaman geri döneceğinize dair söz veremezsiniz. Sağlık zamana bakmaz ve zorlama sadece daha fazla hayal kırıklığına yol açar. Sürekli “teslim tarihlerine” göre yaşayarak kendimize daha fazla zarar veririz.

Her şey sarsılırken zorlayarak değil tutunarak ayaklarımızı tekrar yere basarız ve bastığımız yeri güvenilir yaparız. Verimliliğin her şeyi belirlediği dünyada sadece bu bile gerçek bir direniş olacaktır.

Yazar hakkında

Janey Stephenson aktivist ve film yapımcısı. Feminizm, cinsiyet, sosyal adalet ve insan hakları konularında çalışıyor. Kadına yönelik şiddeti durdurma konusunda tutkulu.

Yazının orijinaline linkten erişebilirsiniz:

https://www.opendemocracy.net/transformation/janey-stephenson/when-resting-is-resistance

Bir cevap yazın