Hangi şirket sizi başarıya ulaştırır?

Son aylarda telefon mesajlarıyla dolandırıcılık yapanlara karşı operasyonlar düzenleniyor. Nisan ortasında, çağrı merkezi kullanarak haksız kazanç sağlayan bazı şirketlerde çalışan çok sayıda insan gözaltına alındı.

http://www.taraf.com.tr/haber-dev-call-center-operasyonu-300-kisi-gozaltinda-152770/

Bu operasyonun ardından emek cephesinden Gerçeğe Çağrı Merkezi sitesinde bir açıklama yayınlandı. Açıklamada “”Bu yakalamalar, başarısızlığın ilanıdır: önümüzdeki dönemlerde iş yasaları ve emek yönetimi mevcut eğilimle düzenlenmeye devam ederse benzer suçlar azalmayacak, artmaları kaçınılmaz olacaktır. … Mevcut emek yönetimi tarzları halihazırda yasal anlamıyla suç olmasa bile, uygunsuz, vicdan dışı davranışları teşvik etmektedir. İş etiği başlığında çalışma ve emek yönetimi süreçlerine sokulan ilkeler, şirketleri belirli oranda korumak dışında bireylerin manevi bütünlüklerine herhangi bir katkıda bulunmamaktadır.” deniyordu.
http://www.gercegecagrimerkezi.org/2014/04/haksiz-kazanc-saglayan-cagri-merkezleri-sistemin-sinirini-isaret-ediyor/

Şirketler cephesinden de Çağrı Merkezleri Derneği, siteden ve Kanal T televizyonundan şirketler adına açıklama yaptı: “Bu tip talihsiz haberlere konu olan dolandırıcıların telefon mecrasını kullanıyor olmaları, toplumda maalesef ‘bazı çağrı merkezleri dolandırıcılık yapıyor’ algısı yaratıyor. Oysa bu yapıları çağrı merkezi olarak adlandırmamak gerekiyor.”
http://www.cagrimerkezleridernegi.org/haber-detay/247

Hangi şirket sizi başarıya ulaştırır?

cm_operasyon

Trende karşılaşan Yahudi ve Polonyalı hakkındaki Slavoj Zizek’in birkaç yerde aktardığı fıkra, kapitalizmin nasıl da bizim fantezilerimizi, arzularımızı sömürerek işlediğini anlamaya yardımcı olabilir. Fıkraya göre, trendeki Polonyalı, karşısında oturan Yahudi’ye sorar: Yahudilerin böyle başkalarının ceplerini son kuruşuna kadar boşaltıp zengin olmalarının sırrı nedir? Yahudi, Polonyalı’ya adım adım takip etmesi gereken büyülü bir izleği aktarırken, her adımı anlatmak için biraz para ister. Böylece cebi son kuruşuna kadar boşalan Polonyalı, ortada bir sır falan olmadığını, Yahudi hakkındaki kendi fantezisinin Yahudi tarafından kullanıldığını fark eder. Bu fıkradaki Yahudi, Polonyalı’nın kendine yönelik kuruntusunu doğrulayarak ustalıkla kullanır: Yahudi, Polonyalı’nın hayal ettiği Yahudi olmayı becererek tam da Polonyalı’nın hayal ettiği gibi onun cebindeki bütün parayı alır!

Fıkradaki Yahudi’nin mi yoksa Polonyalı’nın mı daha suçlu -yasa çerçevesinde suçlu olmasa bile adaletsizlik karşısında günahkar diyelim; hangisinin daha günahkar olduğu konusunda vicdani bir yargıya varmak zor. Ne Yahudi ne de Polonyalı bir “kişi” olabilir bu hikayede; ne de birbirleriyle “kişisel” bir ilişki kurabilirler: Yahudilik, Yahudiler hakkındaki önyargı, fakirlik, fakirlikten kolayca kurtulma umudu; toplumsal eşitsizliklere dayalı tüm bu olgular onların karşılaşmalarını, kişisel ilişkilerini belirliyor, günahlarını yapısal günahlara çeviriyor. Bu eşitsizliklerle dolu toplumsal yapı ise ancak onların arzuları ve fantezilerinin peşinden gitmeleriyle, bu eşitsiz toplumsal yapıyla işbirliğine girmeleriyle, yani tekrar insan, “kişi” olmalarıyla süregidiyor. Altında ezildikleri eşitsizliklerin uygulayıcısı oluyorlar aynı zamanda.

Bu hikayenin benzerinin her gün ve her an yaşandığını düşünebiliriz. Hepimiz toplumsal, yapısal eşitsizliklerin mağduru ve uygulayıcısı oluyoruz sürekli. Örneğin, kredi kartı kullanırken sınırı aştığı için borcunu ödeyemeyen, intiharın eşiğine gelen ve belki de intihar eden kişi ne kadar günahkardır? Ya onu büyük bir televizyon almaya ikna eden tezgahtar? Belki o tezgahtar, kağıt üstünde asgari ücret kadar görünen maaşının bir kısmını bankadan çekip patrona geri vermeye razı olandır. Peki ya ona kredi kartını satan finans çalışanı? Belki o finans çalışanı, performans, hedeflere ulaşma ve yönetici baskısıyla, işten atılma korkusuyla kredi kartı başvurusuna prosedür tamamlanmadan ve mesai saatlerini aşarak olur vermek durumuna kalan arkadaşımızdır. Yasal olarak fazla mesai süresini kısıtlayan son iyileştirme yüzünden, fazla mesainin sürece üst sınırına ulaştığında plazadan otomatik yaka kartını turnikeye göstererek çıkış yapıyor, sonra turnikeden geçmeden işinin başına dönüyor da olabilir. Belki de kredi kartı satan bir çağrı merkezi çalışanı, yani müşteri temsilcisidir. Bütün gün, işe girerken öğrenmek durumunda kaldığı gibi hissetmediği duyguları hissetmeye, potansiyel müşterileri kendi duygularını yöneterek ve onların duygularını, arzularını, fantezilerini körükleyerek kredi kartı almaya ikna etmek için çalışıyordur.  Gece geç vakit eve vardığı için kocasının kendisinden beklediği ama yapmaya zorlanması insani sayılamayacak ev işlerini, sigortasız ve kendi kocasından gizli temizliğe gelen bir kadına yaptırıyor olabilir. Belki de sigortasız çalışan veya çalışmayan bir inşaat işçisidir gündelikçi kadının kocası, karısı temizliğe gitmese nasıl hayatta kalacakları konusunda bir fikri bile yoktur da kadının çalıştığını görmezden gelir. Bütün bu insanlar, işçiler patronlarıyla; Kürtler Türklerle, kadınlar erkeklerle, ezilenler ezenleriyle durmadan suç ortaklığı yapmıyorlar mı? Üstelik, sadece ezenleriyle değil, onları ezen toplumsal, yapısal koşullarla da: kadınlıkla, işçilikle, Kürtlükle günah birliği içine girmiyorlar mı? Tıpkı fıkradaki Polonyalı’nın Yahudileri hor gören ama kıskanan Polonyalılıkla, Yahudi’nin de dolandırıcı, paragöz Yahudilikle suç ortaklığı yapması gibi değil mi bu durum?

Bu günlerde, haksız kazanç sağlayan çağrı merkezi şirketlerine yapılan polisiye bir operasyonla, onları çalıştıran dolandırıcı şirketleriyle suç ortaklığı yapan 300’e yakın çağrı merkezi çalışanı yakalandı. Operasyonun sürmesi, daha fazla insanın yakalanması bekleniyor. Bu şirketler şöyle çalışıyor: Telefonunuza sizin için fazlasıyla avantajlı bir vaat içeren bir mesaj gönderip onları aramanızı istiyorlar. Aradığınızda sizden kredi kartı numaranızı istiyorlar, böylece size, mesela akıllı telefon almakta kullanabileceğiniz, bir miktar para yatıracaklarını söylüyorlar. Sonra kredi kartınızdan yüklü bir para çekerek size akıllı telefon benzeri bir ürün gönderiyorlar. Elbette bu ürün arzu ettiğiniz gibi size ucuza gelmiyor, çünkü aslında değersiz bir şey. Bu şirketlerin karşısında, Yahudi’nin karşısındaki Polonyalı’dan farkınız yok; çok şey kazanmayı umarken elinizdekinden de oluyorsunuz.

cagri1

Her şeye rağmen burada bir başarı söz konusu: Kurban olarak sizin duygularınız, kendi duygularını yönetmekte ustalaştırılmış çalışanlar tarafından belirleniyor. Ustalaştırılmışlar, çünkü bugün zaten sıradan hatta düşük bir maaşla, güvencesiz ve amacı belirsiz bir işte başarıyla çalışabilmek için bile her beyaz yakalının bu ustalığa sahip olması gerekiyor.  Kendi duygularını sömürülmek üzere hazır hale getirebilenlerce duygularınız, arzularınız sömürülüyor. Bu durumda buna haksız kazanç diyoruz; çünkü size sattıkları şey bir akıllı telefon alarak kendi arzunuzla yüksek bir borca girebileceğiniz bir kredi kartı değil, bu arzunuzu takip ettiğiniz için size çok pahalıya malolan bir oyuncak sadece. Bu oyunun benzeri, yakın zaman önce ünlü bir diyetisyene oynanmıştı: Teröristlere karşı polisle işbirliği yapmayı, hamasi bir tatmin sağlamayı arzulayan diyetisyen, bu fantezisi karşılığında yüksek bir para kaptırmıştı polis rolü yapan dolandırıcılara.

Ama polis kılığına girerek başarı gösteren dolandırıcıların aksine bu sefer gerçek polis, suçluları açığa çıkartıyor: Hep birlikte, cellatlarımızla el ele verdiğimiz, hemen her gün onlarınki kadar ciddi suçlara bulaştığımız bu ülkede, 300’e yakın suçlu çağrı merkezi çalışanı, nihayet yakalandı. O çalışanların bu işlerden ne kadar para aldıklarını, daha ‘sıradan’ işlerde çalışan arkadaşlarına oranla nasıl kazandıklarını merak etmeli miyiz? Soralım, böylece kim yasal olanın ne kadar dışına çıkmış ve ne kadar cezayı hakediyor, hesaplayabiliriz belki. Suç sabit; cezasız kalmasın elbet, fakat yine de bir şey eksik kalacak: belki bir hakim tarafından yasalar çerçevesinde bir suça hükmedilirken, adaletsizlik karşısındaki günah, hesaplanamayacak.

Bugün, duygularımız, arzularımız, fantezilerimiz, hayal gücümüz sürekli sömürülüyor. Bugün ellerinde emeğimize ve duygu üretimimize düzenli bir şekilde el koymak için geliştirdikleri performans kriterleri, kişilik envanterleri, psikodrama teknikleri, sözümona “danışman” şirketleri ve işler kötüye gittiğinde ağzımıza tıkıştırmak için satacakları prozac kapsülleri var. Bu sömürü doğrudan duygularımızı üretme yetkinliğimiz modern bir şekilde yönetilebildiği için mümkün oluyor. Çağrı merkezlerinde çalışan arkadaşlarımız her gün içlerinde duygu büyüterek patronlarına hediye ediyorlar. Her gün, diğer beyaz yakalılar gibi patronlarıyla bir anlamda günah ortaklığı yaparak kendileri gibi başkalarının emeklerinin çalınmasını kolaylaştırıyorlar. Yönetiyorlar, yönetiliyorlar, kendilerini yönetiyorlar. Üstelik, hiç kimse için gelecek vadedilmemişken bu oyunun böylece sürmesinden başka çıkar yol aramak çok zor geliyor. Kendi arzumuz, kendi duygularımız karşımıza düşman çıkıyor. Bizi sömürenlerle dost olmadıkça, kendi kendimize düşman olmaya zorlanıyoruz. Bizim dostumuz kim peki? Bizi kim kurtaracak; Polonyalı’yı, Yahudi’yi, çağrı merkezi çalışanını?… Sömürenlerle, sömürüyle suç ortaklığı yapmaktan bizi ne kurtaracak?

Finans sektöründe çalışan bir arkadaşımız, birçokları gibi kriz bahanesiyle işten çıkarılmıştı. Yeni bir iş aradığı dönemde başına gelen olayları anlatıyordu. Bir iş görüşmesinde psikodrama yöntemiyle güya işe geç gelen iş arkadaşını işe erken gelmeye ikna etmesi, zorlaması istenmiş. Bunda gayet başarılıydı, işe alınma umudu yüksek. Sonra bir bankanın müşteri temsilcisiyle arasında geçenleri anlattı: Telefondaki çağrı merkezi çalışanı, allem edip kallem edip ona yeni bir kredi kartı satmış. Arkadaşımız telefonda iş görüşmesindeki kadar kontrollü olamamış olacak ki, durumunu açıklıkla anlatmış: işten ayrıldığını, borçla yaşadığını, bir kredi kartı daha istemediğini, kendini kontrol edemeyip harcama yapmaktan korktuğunu… Müşteri temsilcisi ise başarılıymış, sadece kendi duygularını değil, onun duygularını da başarıyla kontrol etmiş belli ki.

Aynı müşteri temsilcisi, aslında yasal olarak ve iş ahlakı gereği yapmaması lazımken, gece arkadaşımızı arayarak özür dilemiş. Onun zor durumda olduğunu bile bile kredi kartı satmaya çalıştığı için. Kendisi de satış hedeflerine ulaşmak zorundaymış ve satışları iyi gitmiyormuş. Kartı iptal edebileceğini, iptal etmesi gerektiğini de söylemeyi ihmal etmemiş.

Bunlar yaşanırken, bunlar her gün yaşanırken, 300’e yakın çağrı merkezi çalışanı vatandaşın duyguları üzerinden haksız kazanç sağlamaktan yakalanmışken; kredi kartı alan, satan, çağrı merkezinde çalışan, evi temizleyen, çocuğuna bakıcı tutan, başkalarının çocuklarına bakan tüm arkadaşlarımıza, patronlardan daha çok birbirimizle dost olmaktan, hiç değilse patronlar yerine birbirimizle suç ortaklığı yapmaktan daha iyi bir tavsiyemiz yok.

Bir cevap yazın