Plaza Eylem Platformu notu: Bu seferki çevirimiz geçici diye girdiğimiz kötü işlerin uzun süreli olması ve bunun yıpratıcılığı üzerine. Siz de benzer bir deneyim yaşıyorsanız bizimle paylaşabilirsiniz. Bunun için bilgi@plazaeylem.org adresini ya da aşağıdaki yorum kutusunu kullanabilirsiniz. Gökçe Tatlısu’ya çeviri desteği için teşekkür ederiz. Yazının orjinali için linki metnin sonunda bulabilirsiniz. İyi okumalar dileriz.
Mezunlara Tavsiyem: Bu Yaz Bir Çağrı Merkezinde Çalışmayın, Sarah Hagi
15 Haziran 2017
Fotoğraf: Noel Ransome
Başlamak istediğiniz diğer kariyer için bu kadar enerji ve hevesiniz olmayacak.
Çağrı merkezindeki ilk iş görüşmesi deneyimimi asla unutmayacağım. Birisi bu şekilde “hızlı ve kolay” para kazanabileceğimi önerdikten sonra bir yaz en iyi arkadaşım ve ben kendimizi pişmiş fasulye kokan bir ofis binasının bodrum katında bulduk. Elimizde İngilizce ve Fransızca sayfalarla ayrı ayrı odalara girdik. Odada bu sayfalardaki paragrafları okumamız istendi. Görüşmeyi yapan kişi birkaç cümle sonra durmamı istedi: “Tamam, işe alındın”. İşe alınmamız için tek gereklilik okur-yazar olmaktı.
Sizi evde ya da ofisteyken arayıp telefonda birkaç soruyu yanıtlamanızı isteyen kişileri tanırsınız. İşte o bendim. O bodrum katı bir insanın sadece bir bilgisayar karşısında oturabilmesine izin veren büyüklükte minicik kübiklerle doluydu. Sistem saatlerce otomatik olarak numaraları çevirirken ben de sesimin çok da çaresiz tınlamamasına dikkat ederek tanımadığım insanları “ne kadar süt ürünü tüketiyorsunuz?” gibi oldukça gündelik başlıklardaki anketleri yanıtlamaya davet ediyordum. Öğrendiğim şeylerden biri az çok normal olan hiç kimsenin telefonda yapılan bu anketlere cevap vermediğiydi, belki sadece yaşlılar ya da sapıklar (ya da her ikisi). Bu da hemen stresli bir hale bürünebilecek çok uzun konuşmaların içine çekilmemiz anlamına geliyordu, çünkü bir yandan da olabildiğince fazla çağrı gerçekleştirebilmemiz için konuşmaları mümkün olduğunca kısa tutmak zorundaydık.
Vardiyalarımız beş ya da altı saatten uzun değildi fakat yine de hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiriyordu. Zamanın daha hızlı geçsin diye en iyi arkadaşım ve ben bilgisayar ekranındaki saat ibaresini kapatan post-itler kullanırdık (ne kadar sıkı çalışırsak çalışalım 10 dakikanın hala 40 dakika gibi geldiğini öğrenmeye yaradı). Bu işte çalışmanın tek şartı okuma bilmek olduğu için çalışma arkadaşlarım genellikle benim gibi öğrenciler ya da tamamen uçuk tiplerdi. Kısa süre sonra bodrumun neden kuru fasulye koktuğunu anlamıştık: çalışma arkadaşlarımızdan biri (ki hep sarı ve siyah giydiği için kendisine Yaban arısı adını takmıştık) bilgisayar kasasının arkasında ısıtmak için sürekli bir kutu konserve fasulye bulunduruyordu. Hem iğrenip hem de becerikliliğinden dehşete düşmüştüm.
Kısa süre sonra işi bıraktım, arkadaşım ise kalmayı biraz daha sürdürdü. Anket yapmaya kıyasla bana dünyadaki en iyi iş gibi gelen perakende sektörüne dönünce bir daha bir çağrı merkezine adım atmayacağıma yemin ettim. Bir yıldan daha kısa bir süre sonra ise kendimi yine telefonun başında buldum. Bu çağrı merkezi çok daha yasal ve istenebilir bir yer olmakla birlikte iş tam zamanlıydı, yeterli haklar sunuyordu ve asgari ücretin üzerinde ödeme yapıyordu- ama yine de bir çağrı merkeziydi.
Haftalarca sürecek olan eğitim sürecinin ilk günlerinde buranın neden görece daha iyi ödeme yaptığı anlaşılmıştı; müşterilere internet konusunda teknik bilgi desteği sağlıyorlardı. İş çoğunlukla bir modemi yeniden başlatamayan ya da herhangi bir çözüm önerdiğinizde sinirlenen insanların tacizine birkaç saat katlanmaktan ibaretti. Sorunları çözerken “kalite” ve tutarlılığı sağlamak adına şirketin tam olarak bize söylediklerini yapmak durumundaydık ve ne kadar nahoş bir çağrı alırsak alalım müşterilerle konuşmamızda sululuğa kaçamazdık. Şirketteki en düşük notlu çalışanlar olmamız bizim hatamız olup olmamasından tamamen bağımsız bütün eleştirilerin muhatabı olmamızdan kaynaklanıyordu. .
İşte çağrı merkezlerinin gerçeği bu, kendinize geçici olacağı konusunda söz verirsiniz. Nefret ettiğiniz herhangi bir iş hakkındaki evrensel kural budur, iş günleri sonsuza dek sürmesine rağmen haftalar ve aylar hızlıca akıp gider. Herkes kendisine aynı şeyi söyler: “Yeterli parayı kazandığım zaman (burayı hevesi de ekleyerek düşünün) çekip giderim!”. “Bu ne yapmak istediğimi bulana kadar geçmesi gereken ara bir kademe”. Fakat bunu bulana kadar da iş çıkışından sabah 04:00’e kadar Skyrim oynamaya 100 saat harcamışsınızdır, çünkü saatleriniz berbat olmuştur ve eve gece yarısına kadar gitmemişsinizdir.
Yavaş yavaş bilgisayarının arkasında kutu konserve fasulye ısıtan, kendi versiyonum Yaban arısına dönüşüyordum. İşin dışındaki hayatımı yaşamaktan belirgin biçimde vazgeçmiştim ve sevdiklerim bunu fark ediyordu. Bir gün öğle yemeğinde başarılı ve hırslı arkadaşım hayatımın nereye vardığı konusunda benimle yüzleşti. Önceden beridir kendime de söylemekte olduğum bu işin geçici olduğu, burada “gerçek hayat” için hazırlandığım bahanelerini tekrarladım; ta ki o bana kendimi kandırdığımı ve burayı asla bırakmayacağımı söyleyene kadar.
Öğrenciyseniz ve işleri yoluna koyana kadar bir çağrı merkezinde çalışmayı planlıyorsanız kendinize bir iyilik yapın ve gerçekten başka bir şeyle uğraşın.
Devam ettiğim sürece iş küçük ama belirgin şekillerde daha da kötüleşmeye başladı: Başarı hedefleri daha da ulaşılmaz oldu. Çağrı merkezlerinin özelliklerinden birisi de şı; yerinizin doldurulması öyle kolaydır ki yönetim size her türlü “keleği” yapabilir ve durumdan kurtulabilir. Bir şekilde işi seven ve birkaç yıldan daha uzun süredir orada çalışan (ki bu 20 çağrı merkezi yılına denk gelir) “müebbetler” bile kullanılıp atılabilir. İnsanlar birden yok olur ya da habersiz şekilde, gerçek bir açıklama ya da veda olmadan giderler. Çalışma süremin sonlarına doğru artık hiçbir şey canımı sıkmıyordu. Sinirli müşterilere, nefret ettiğim tüm çalışanlara ve bana çalışmak ve video oyunları oynamak dışında zaman bırakmayan 15:00-23:00 vardiyasına karşı tamamen hissizleşmiştim.
Çağrı merkezini ancak doktorum tarafından stres izni almam önerildikten sonra bırakabildim. Ciddi bir kilo kaybı yaşadığımı ve akıl sağlığımın iyi durumda olmadığını fark edip bana ciddi bir duygusal çöküntünün eşiğinde olduğumu söyledi. “İyileşme” sürecim sırasında iki yıllık “yaz dönemi işimin” hevesimi ve amaçlarımı nasıl da çekip aldığını en sonunda görebildim. Bu işe tam da hayatta ne yapmak istediğim konusunda bir fikrim olmadığı zaman girmiştim ve bunu bir seçim yapmak zorunda olmayı ertelemek için kullanmıştım. Birçok insan çağrı merkezinde çalışıp bundan nefret etmiyor (hatta belki de seviyorlar) ya da nefret etseler bile aileleri ve sorumlulukları olduğu için bu işi bırakma ayrıcalığına sahip değiller. Fakat bu iş benim gibi hayatta bir tür itiş gücüne ihtiyaç duyan (çünkü buna sahip olmayan) bir öğrenci için varlığımın merkezi haline geldi. Öğrenciyseniz ve işleri yoluna koyana kadar bir çağrı merkezinde çalışmayı planlıyorsanız kendinize bir iyilik yapın ve gerçekten başka bir şeyle uğraşın. Eğer abarttığımı düşünüyorsanız İngiliz gazetesi New Technology, Work and Employment’ın modern çağrı merkezini çalışanların tüm haklarını alıp götürmek için neredeyse bir cezaevinden esinlenerek dizayn edildiği iddiasına kulak verebilirsiniz. Tamam, gerçek anlamda bir cezaevi değil ama bir şekilde sizin kendi cezaevinize dönüşebilir.
Metnin orjinal linki: https://www.vice.com/en_ca/article/ywzedv/my-advice-to-graduates-dont-work-at-a-call-centre-this-summer