Patronların kar hırsının sonucu işin bedenlerimize, zihnimize ve ilişkilerimize verdiği zarar her zaman Soma Katliamındaki kadar açık değil. İş ve yarattığı tahribat arasındaki ilişki patronlar tarafından gizleniyor, sorumluluk işçiye yükleniyor. Bu zararı göstermek için uğraşmak gerekiyor. Çalışma şartlarındaki zorlama nedeniyle kaybettiğimiz Nadide Kısa’nın öyküsü de bu şekilde. Kendisi ve diğer iş kaynaklı hayatını kaybeden, varlığı zarar gören arkadaşlarımız bize bu sorumluluğu yüklüyor: “sesimi duyur, haklı olduğumu göster.”
İntihar, antidepresan kullanımı, duygusal zorlanmaların tetiklediği fiziksel sorunlar, yakınları da etkileyerek genişleyen moralsiz yaşam iş kaynaklı olduğunda patronlardan, yöneticilerinden ve avukatlarından koskoca bir “NE MALUM?” gelir. Sonra sıradan insan da “ne malum” der. İş ve yarattığı tahribat arasındaki görünmez halata uzansak dokunacak gibiyizdir oysa. Herkes bilir ölümün, bedenen ve zihnen zarar görmenin kaynaklarını ama yavaş yavaş ölümün kanıtı istenir.
Bu röportajda arkadaşlarımızın bize verdiği sorumlulukla beraber Nadide Kısa’yı andığımız bugünlerde iş arkadaşı Zübeyde ile konuştuklarımızı aktarıyoruz. Her deneyim paylaştığımızda tahribat ve iş arasındaki görünmez halatı ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Belki birinde buna rengini, diğerinde ise uzunluğunu veririz. Hedefimiz bir çalışan herhangi bir zarara uğradığında patronların bunun işten kaynaklı olmadığını ispat etmek zorunda olması.
Yapı Kredi ve diğer bankalardan gelen insani yıkım haberleri 2000’lerin yüksek performans için şirketlerin yeniden yapılandırıldığı döneme denk gelmektedir. Zübeyde uzun yıllar Yapı Kredi’de çalıştı. Genç ve fiziksel olarak sağlam bir kadın çalışan olarak girdiği iş yerinden 26 yıl sonra fiziksel ve duygusal hasarla çıktı. Nadide Kısa ile 2,5 yıl beraber çalıştı. Araya yıllar girdikten sonra tekrar aynı şubede karşılaştıklarında Nadide Kısa’dan kendisinin pozisyonunun düşürüldüğünü öğrendi. Nadide Kısa’nın hayatına tanıklığına ve kendi deneyimine kulak veriyoruz:
PEP: Nadide Kısa’yla tanışıklığınızdan bahseder misiniz?
Zübeyde: Yapı Kredi – Koç birleşmesinin entegrasyon süreçlerinden birisiydi. Özel bankacılık için entegrasyon sürecini başlatan kişilerden birisi olarak Kazasker şubesine yönlendirildim. Orada Nadide’yle tanıştık. Yaklaşık olarak iki buçuk yıl beraber çalıştık. Çok iyi bir dostluğumuz vardı. Nadide benden çok kısa bir süre önce doğum iznine ayrıldı. Bir süre için aramızdaki irtibat koptu. Sonra ben Ataşehir özel bankacılıkta çalışırken, bir gün öğlen karşımda Nadide’yi gördüm. Doğum izinleri nedeniyle şube değişiklikleri olmuş. Eksiden memurluk, şeflik, şef yardımcılığı, müdür yardımcılığı gibi ünvanlarımız vardı. Süreç içinde portfoy yönetmeni gibi adını sanını, görev ve yetkilerinin ne olduğunu bilmediğimiz, alt mısınız üst müsünüz bunu bile ayrıştıramadığımız pozisyonlara geçtik. Ondan sonra segmentler ayrımı yapıldı. Mesela en üst segment olan bireysel 310 olarak isimlendiriliyor. Espiyo dediğimiz özel bankacılık segmentinden sonra 420’ler 410’lar var hiyerarşide. Nadide en son ben bıraktığım zaman 430’daydı. Karşılaştığımızda “beni 410’a aldılar” dedi. “Nasıl yani, bir alt segmente nasıl alırlar” dedim. Siz alıyorsunuz onun çıtasını aşağı indiriyorsunuz. Dedim ki “Nadide bu hani bizim literatürümüzde böyle bir şey yok olmaz olmaması lazım. Sendikaya gittin mi? Böyle bir şeyi niye kabul ettin?”. “Yapılacak bir şey yoktu, bir şekilde ona uyum sağlamak durumundaydım, yoksa iş akdim feshedilirdi” dedi.
PEP: Yani doğrudan tehdit mi edilmiş?
Zübeyde: Tebliğ ediliyor, performansın gereğince. Dedim ki “ben seni tanıyorum, senin performansın bu ünvanı aşağıya aldırabilecek düzeyde olmamakla birlikte bizim insan kaynakları alt yapımızda da böyle bir olay yok”. En az 25 yıllığım ben o zaman, benim bildiğim o sürece kadar ünvan indirmeyi ben hayatımda hiç duymamışım. Bizde iki alternatif var ya yükselir ya işten atılır. Başka alternatif yoktur. Ara katman diye bir şey olamaz. Ya da kişi gerçekten bir görev değişikliği istiyordur. Şubeden genel merkeze gönderilir, orada da ünvanlar çok önemli değildir. Neyse sonra gel zaman git zaman, biz yine öğlenleri bir arada oluyorduk. Ataşehir şubesinin personelinin yüzde sekseni zaten çok mutsuz çalışan personeldi ve çok gerginlerdi. Bir süre sonra Nadide’nin artık suratının gülmediğini fark ettim. Birkaç kere sordum. “Sonra konuşuruz, şu an uygun değil” dedi. Genelde arkadaşların yanında çok konuşmaktan hoşlanan biri değildi.Tabii bu arada ben de mobbing yiyorum sürekli, yukarıda da çok iyi değil yani havalar. Kendinizle baş edemezken başka insanın ne yaptığını ne ettiğini çok fazla sorgulayamıyorsunuz işin açıkçası ve ben çok radikal bir şekilde bir süreliğine izin alıp belki de bankadan tamamen istifa edip çekip gitme kararını vermek üzereydim. Bu arada kalp hastası olduğumu öğrenince gerçekten bütün umut ışıklarımı kaybettiğim düşüncesine kapıldım. Bir gün öğlen Nadide’yle yemekteydik. “Ayrılmak düşüncesindeyim, yukarıdaki durumlara artık dayanamıyorum, ikincisi sağlığım elden gidiyor ve doktorumun bana söylediği tek şey stresten gerçekten uzak olmam gerektiği” dedim. Sen nasılsın boşver beni deyince söylediği cümleyi ömrüm boyunca hiç unutmayacağım. Bana şunu söyledi: “ben nefes alamıyorum ve ölmek üzereyim artık Zübeyde. Yani sana yaşadıklarımı tarif etmem imkansız” dedi. “Belki farkındasındır, bir pilot uygulamaya geçiyorlar, ilk pilot da bizim şubede. Bireysel müşteri temsilcisi konumundan bizi de o gişelere geçirdiler” dedi. “Siz gişenin ne olduğunu bilmeyen insanlarsınız. Sizi kalkıp müşteri ile para alışverişine sokamazlar” dedim. “Para alışverişi olsa bir nebze, bir de dedi satış baskısı var. Sabah şube açılmadan bas bas bağrılıyor, sürekli mailler geliyor, telefonda sürekli ikazlar geliyor” dedi. “Hakarete varabilecek noktalarda tavırlar sergileniyor” diye ekledi. Müdür arkadaşlarının yanında bir şey sormuş Nadide’ye. O da o an sadece dönüp bakmış, ve şube müdürü ‘Ne mal mal bakıyorsun?’ demiş. Ben şoka girdim ve dedim ki, “sana gerçekten bu cümleyi sarf etmesine rağmen, sen hani durdun mu?”. “Ne yapabilirim Zübeyde” dedi “ne yapabilirim ki?”. Ve ağladı. O arada dedim ki; “peki ne düşünüyorsun kendin için? Ben de sana destek olmaya çalışacağım.” “Sen hala sendikada devam ediyor musun” dedi. “Ediyorum” dedim. O zaman ben de özellikle seni yakalayıp konuşmak istiyordum. IK bir tane yeni yer açmış genel müdürlükte, ben oraya geçmeyi planlıyorum sırf bu yoğun baskıdan kurtulabilmek için.” dedi. Biz pazartesi günü öğlen konuştuk, bu arada da şubeye doğru yürüyoruz. Ona çok yakınlarımda bulunma istersen bu aralarda çünkü ben sendikalı olduğum için herkes tarafından mimlenmiş tiplerden birisiyim.Çok fazla benimle irtibata geçtiğini belli etme ama WhatsApp’tan yaz. Bana tam bölümünü birimini her şeyini bildir. Ömrüm boyunca bak 24 senedir o sendikanın içerisindeyim, bir kere kendim için başkana gitmedim. Ama senin için yalvaracağım. Yeter ki seni dedim bu kaosun içerisinden çıkartalım” dedim. “Yapar mısın” dedi, “yaparım” dedim. “Ben sana salı, çarşamba günü belirteceğim” dedim. Çarşamba öğlen arkadaşlarının bulunduğu her tarafı dolaştım ama Nadide’yi göremedim. Şubeye geldim, yukarıya çıktım.Saat tam ikiye yirmi var, benim dahili telefonum çaldı. Ben telefona cevap verirken bir arkadaşımız ayağa kalktı ‘Arkadaşlar Nadide’yi duydunuz mu? Beyin kanaması geçirmiş şu anda Yeditepe Üniversitesi’nde yoğun bakımda” dedi. Sadece o telefonun elimden düştüğünü hatırlıyorum. Geceden beri aşırı baş ağrısı olduğunu, sabaha karşı saat 5.30-6.00 civarlarında falan kalktığını, fakat kalktığı zaman sol tarafında bacağını kaldıramadığını, yardım istediğini ve bir şekilde kaldırdığını, tamam ben kalkarım deyip birkaç kere ayağını sürterek ilerleyip sonra da yere yığılmasıyla aort damarının patladığını daha sonra eşiyle konuştuğumuz zaman öğrendim. Sonrasında 9 günlük bir mücadele. Çünkü hayattan ve belki de mesleki olarak aşık olduğum ve çok da tutkuyla bağlı olduğum kurumumdan ilk kez nefret ettiğim zamanlardan birisidir ki çok şey yaşamama rağmen. Hastaneye koştum. Hastanede çok uzun saatler kaldım. Sendikada tanıdığım ne kadar kişi varsa bizim bölgemizin genel sekreteri, genel merkezin mali işler danışmanı, herkesi aralıksız aradım. Kimse telefonuma cevap vermedi. Sonra Kadıköy bölgenin sekreteri geri döndü. Dedim ki “benim arkadaşım bu banka yüzünden beyin kanaması geçirdi. Neler yaşandığını ben çok iyi biliyorum olaya hemen el koyun” dedim. “Kim nereye ne yapacaksa yapsın ama bu olay Nadide’nin banka yüzünden ölümüdür”. Feryat ediyorum, kimse beni duymuyor. Ben feryat ediyorum, kimse beni duymuyor. Ve derken birkaç gün geçti dokuzuncu günde malesef biz Nadide’yi kaybettik. Sendika yöneticilerinden olan bir arkadaşımla da Nadide ölmeden bir gün önce bir atışma yaşadık WhatsApp’ta. Bana biraz hakaretamiz, bu konuyu gerçeği bilmeden popülistliğe çevirdiğimi belirtir bir yazı yazdı bana tüm arkadaş grubunun içerisinde. Dedim ki; “ne gerçekliğinden bahsediyorsun arkadaşım, ölmeden önce konuştuğu kişi benim. Şube Müdürü katil.” dedim. Beni arkadaşlarım zor tutuyor, onu -şube müdürünü- parçalayacağım. Ben personelim, o müdür sonuç itibariyle. O, bankanın belli bir mevkisine gelmiş bir insan ve beni kimse duymadı sendikada.
Şimdi birileri diyor ki eşine senin karın bu sebepten dolayı öldü diyor. Bir tane şarlatan adamı bulmuşlar göndermişler röportaj yapmış eşiyle, benim karım para sayarken çok mutluydu dedirtmişler. Sonradan röportajlar Yani hangi bankacı masasından kalkıp bir gişeye oturup para saymanın çok eğlenceli olabileceğini kırılmış onuruyla söyleyecek? Siz bankacılığı biliyor musunuz? Kız neredeyse şefliğin üstündeki ünvandan inmiş şef yardımcılığı pozisyonuna kadar eski anlamda, sonra da çok mutluymuş. Yani Nadide Kısa olayı bir mobbing mi? Yüzde yüz mobbing. Sonra ne oldu? Sonra o, “sen mal mal niye bakıyorsun” diyen şube müdürü mükafatlandırılarak daha büyük bir şubeye olan Altıyol Şubesi’ne gönderildi. Orada da eski Yapı Kredili başka bir arkadaşımın da kriz geçirmesine sebep oldu. Nasıl ki o kriz geçirdi, artık ne sendikanın kapatabilecek yüzü ne de Yapı Kredi Bankası İnsan Kaynakları’nın kapatabilecek bir gücü kaldı. İş akdi fesh edildi nihayet.
Devam edecek….
Gelecek bölümde Zübeyde kendi deneyimini anlatıyor.